Alzheimer kötü bir şey kötü olabilir. Kötü bir şey başımıza geldiğinde “Neden ben” demek yerine o kötü şeyle savaşmalıyız. Bunu yapanlar diğer insanlardan ayrılıyor. Ve çevresinde evet “O” denilen makama oturtuluyor. Ticarette “Olumsuzu fırsata çevirme” diye bir kavram vardır. Evet böyle bir hastalıkla baş başa kaldığımızda hem hastanın kendisi hem de yakınları bunu fırsata çevirebilir. Neye inanıyorsak onun hürmetine ve ondan aldığımız güç ile bu hastalıkla savaşabiliriz. Yahut İnsanlık Erdemi adına bunu yapabiliriz.
Bu hastalık sadece sıradan insanlarda ortaya çıkmıyor. Bir zamanların demir laydi ünvanlı İngiltere Başbakanı “Margaret Thatcher” bunlardan biri mesela… Hastalık yaşa, ünvana, makama, şöhrete veya paraya bakmaz… Hiç beklemediğimiz anda herkesin başına gelebilir. Atalarımızında dediği gibi “Başa gelen çekilir.” Başa gelen zaten çekilecekse bunu insancıl bir refleksle kendi kişisel hayatımızda onurlu bir savaşa çevirebiliriz.
Sinema Dünyası’nda da bu hastalıkla ilgili onlarca film yapılmış. Sinema Yazarı Hazan Özturan’ın kaleminden bu filmleri aşağıda derledik. Faydalı olması dileği ile…
Sinema hayatın her yüzünü perdeye aktarıyor, bunlardan biri de yaşlılık, demans ve Alzheimer kaçınılmaz olarak.
2011 yılında yer aldığı Terry Pratchett Choosing To Die belgeselini anımsayınca da artık sinema ve alzheimer hastalığı üzerine konuşmanın vaktinin geldiğini fark ettik. Zaten Oscar’larla Still Alice ve Glen Campbell’ın veda belgeseli Glen Campbell: I’ll Be Me ile film dünyasında alzheimer hastalığına dair yoğun bir farkındalık oluşmaya başlamıştı.
Demans 65 yaş üzerindeki insanların %5’inin başına gelebilen bir şey, yaş ilerledikçe risk artıyor. Alzheimer da bir demans biçimi. Yaş önemli bir etmen olsa da, yalnızca büyük bir travma bile buna sebebiyet verebilir. En beteri da bu hastalık uzaktan bize yalnızca “her şeyi unutmak” gibi gelse de, aslında demans hastaları sık sık içinde bulunduğu kondisyonu anlayıp, o durumda olmaktan nefret ediyor ve bu acizliği fark etmektense kalan zihinsel kapasitelerini yeniden unutmak için kullanıyorlar. Başka zamanlarda sizin kim olduğunuzu anımsamamaları, sizi hatırlayabildikleri zamanlardaysa hayata küstüklerinden susuyorlar. Geri kalan kimi zamanlarda kendilerine zarar verdikleri veya tuvaletini kendi başına yapamaz hale geldikleri için önlemler alıyorsunuz ve bu önlemlerden dolayı onu oraya mahkum ettiğinizi zannediyorlar.
Ama itiraf etmek gerekirse en beteri bunlar değil. Karşınızda güzel bir hayat geçirmiş, artık hayatının sonuna gelmiş, ve en iyi şekilde baktığınızdan emin olabildiğiniz biri varsa, ona bir bebek gibi bakmaya, altını değiştirmeye, yemek vermeye alışmışsanız, kalan zamanını güzelleştirmek için elinizden geleni yapıyorsanız, bunları çok sıkıntı etmiyorsunuz. Bu bir veda etme şekli ve veda etmek için vaktiniz var zaten. En beteri aslında iç dünyanızda yaşanıyor: bu kalıtsal bir rahatsızlık biçimi ve ailede bir defa bile çıkması halinde sizin de kendinizi orada bulma ihtimaliniz var. Ya da bunun durup dururken de başınıza gelebilen bir şey olduğunu biliyorsunuz. Ve sevdiğiniz insanları anımsayamamak, basit zevkleri geçin, nasıl çişinizi yapacağınızı unutmuş bir biçimde son zamanlarınızı geçirme ihtimali sizi deli gibi korkutuyor.
Tam olarak bu noktada alzheimer hakkında birkaç filmden bahsetmek istedik. Evet başımıza bu hastalık gelebilir ama asla sadece bizim başımıza gelmeyecek. İnsanlar alzheimer üzerine konuşmaya başladı. Göreceksiniz ki tanı ilk konulduğu zaman hayatında neler yapacağına karar verebiliyor insanlar. Kime dönüşeceklerini neleri unutacaklarını öğrenip, geriye insanların onları hasta halleriyle değil, bu hastalıkla savaşan halleriyle hatırlamalarını sağlayacak şeyler bırakıyorlar veya alzheimer teşhisi size yada çevrenizdeki birine konulduğunda, hastalığı uzaylı gibi karşılamanız gerekmiyor. Çok insancıl bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ve her şeyin çok kötü sonlanmak zorunda olmadığını bize filmler anımsatıyor.
Ben ne desem mevzuya uzak duracağım için, bu dosyaya ilham veren Terry Prachett kendisi bunu deklare etsin size:
Away From Her (2006)
Film ne kadar Grant’in açısından baktığımız zaman moralimizi bozacak bir perspektife sahip olsa da, hikaye Fiona’nın hikayesi ve bu hikaye bize aslında insanın hafızasındaki bir sıkıntının, onun sevme yetisiyle çok da alakası olmadığını anlatıyor. Herkesi unutmaya başlamış, ve bu durumu durduramazken bile, sevdiğiniz yıllarınızı geçirdiğiniz şeyler ve insanlar kaybolmaya başlamışken bile, hala insan olduğunuza dair şeyler yerinde duruyor. Hayatın geri kalanından daha acımasız değil Alzheimer…
Iris (2001)
Jim Broadbent’e En İyi Yardımcı Erkek dalında akademi ödülü kazandırmış bir film Iris. İngiliz yazar Iris Murdoch’un gerçek hayat hikayesini anlatan film, Iris’i iki farklı çerçeveden tanıtıyor: bir yandan Kate Winslet’in hayat verdiği genç, umarsız Iris var, diğer yandan da Judi Dench tarafından canlandırılan yaşlı Iris, yavaş yavaş hayatı üzerindeki kontrolü yitirmeye başlamış bir karakter. Iris’in bugünü ve dünü arasında gidip gelirken, sürekli aslında ikisinin aynı hatıralara sığan aynı kadın olduğunu anımsamamız gerekiyor. Ve yolun sonunu bugün bilmediğimiz gibi, yolun sonuna geldiğimizde de hep yolun başını anımsayacağımızı fark ediyoruz.
Glen Campbell: I’ll Be Me (2014)
Amerika’lı ünlü country şarkıcısı Glen Campbell’a 2011 yılında Alzheimer teşhisi konuldu ve o da bunu köşesine çekilmek için değil, savaşmak ve farkındalığı arttırmak için bir neden olarak gördü. Campbell hastalığını bütün ailesinin de desteğini alarak bütün dünyayla paylaşmaya karar verdi. Ailesiyle birlikte bir veda turnesi düzenlediler ve 3 haftaya 151 ayrı performansı ve hastalıkla yüzleşme macerasını sığdırıp, bu süreci belgeselleştirdiler.
2014 senesinin En İyi Özgün Şarkı Oscar’ına aday şarkılarından biri Glen Campbell’in I’m Not Gonna Miss You isimli şarkısıydı. Şarkının sözlerinin türkçesi ise şöyle:
Hala buradayım, ama gittim bile
Gitar çalmıyorum, şarkılarımı söyleyemiyorum
Kim olduğumu asla tanımlayamadılar
Seni yolun sonuna kadar seven o adamı…Sen seveceğim son insansın
Sen hatırlayacağım son suratsın
Ve en güzeli de seni özlemeyeceğim
Sizi özlemeyeceğimSana asla eskisi gibi sarılmayacağım
Veya çocuklara seni seviyorum demeyeceğim
Bunu gözlerimde de göremeyeceksiniz
Ve ağladığınız zaman canım yanmayacakNeler yaşıyor olduğunuzu asla bilmeyeceğim
Tüm söylediğim ve yaptığım şeyleri de
Tüm kırgınlıklar ve tüm acı
Geriye kalan yegane şey bencillik olacakSeni özlemeyeceğim
Sizi özlemeyeceğim.
The Savages (2007)
The Savages En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Özgün Senaryo dalında ödül almış bir film. Film, Jon ve Wendy Savage isimli, travmalı bir gençlik yaşamış ve babalarının açtığı yaraları yetişkin hayatları boyunca kapamaya çabalamış iki kardeşi anlatıyor. Aldıkları bir telefonla babalarının kız arkadaşının öldüğünü ve Lenny Savage’ın demans sebebiyle kendisine bakabilecek durumda olmadığını öğreniyorlar. Ve babalarıyla yirmi senedir konuşmamış olmalarına karşın, ona bakmak zorunda hissediyorlar kendilerini.
Still Alice (2014)
Kısaca özetlemek gerekirse film dil billimi profesörü Alice’i anlatıyor. Ufak tefek şeyleri unutmasıyla başlayan hikaye, alzheimer yüzünden bir şeyleri unuttuğunun anlaşılmasıyla, Alice’in kendisi olarak kalma mücadelesine dönüşüyor.
Kaynak:http://www.filmloverss.com/alzheimer-hakkinda-9-film – Hazan Özturan -Sinema Yazarı